Aylardan Kasım.
Günlerden Pazar.
Güz ha bitti ha bitecek.
Güz, ak düşen saçlar, başı dumanlı dağlar olmakmış; tevekkül ve sabırmış; “bunca gün gördüm, şükürler olsun” demekmiş, sızlayan diz, ağrıyan bel demekmiş; erken gelen uyku, bitmeyen geceler, her gün tazelenen hatıralar demekmiş…
Ya Kış…
Bir varmış, bir yokmuş…
Sabahın seherinde yollardayım.
Kışın nasıl geçeceğini anlamak için ağaç tepelerine bakmak lazımmış. Tepeler erken gazel dökerse Kış sert geçecekmiş…
Ağaçlar.
Son yapraklarını da döküyor ağaçlar, yapayalnızlar, dokunsan ağlayacaklar…
Kış ha geldi ha gelecek.
Kuşlar, ağaçlar, hayvanlar, insanlar… Yer ve gök, kâinatın bir yüzü, cim karnında bir nokta, yüzün içinde bir yüz, kışa hazırlanıyor memleket.
Bulutlar küme küme; kimi balya balya pamuk, kimi uçurum kadar derin ve karanlık…
Soğudu havalar, daha da soğuyacak.
Böyle bir günde, şair, esir tutulduğu hapishanenin demir parmaklı penceresinden gökyüzüne bakmış:
“…Bu dünya soğuyacak günün birinde, hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil, boş bir ceviz gibi yuvarlanacak zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız…” demiş.
Hiçliğe işaret edip, zamana meydan okumuş.
Karısı İstanbul’dan şaire cevap vermiş:
“…Havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
Haftada otuz liralık odun lazım…”
Memleket üşüyor.
İnsanlar aç, insanlar hasta.
Memleket boşa geçen bunca senenin yasını tutuyor.
Memleket yasta…
Cim karnında nokta olan memleketin yüzde %25'i, temel ihtiyaçlarımı karşılayamıyormuş.
Yani yoksuldan da yoksulmuş.
Açmış.
Açıkmış.
Nokta değil koca bir soru işaretiymiş.
Sadece temel ihtiyaçlarımı karşılayabiliyorum diyenlerin oranı, yüzde 48,2 imiş.
Yani “eh işte”, yani bir ünlemmiş!
Kalan yüzde 25’inin ise bir eli yağda, bir eli baldaymış.
Biraz daha sabretsek tokluktan gebereceklermiş…
Ankara’ya kar yağmış
Hastanelerde yer kalmamış
“…Derdimi kime dökeyim?
Kusura bakma.
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama…
Hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten…”
Soğuktan ziyade, yoksulluktan, adaletsizlikten, zulümden ve ümitsizlikten üşüyor memleket.
Bana kalırsa insansızlıktan…
Memleket, ah memleket!
Ah!
Kan yağıyor kar yerine
Duman değil yoksulluk tütüyor bacalardan
Aş değil dert kaynıyor tencerelerde
Yoksul eti yiyor zalimler sofralarında…
18 Kasımda 102 yaşına basan İlhan Berk, 1944 yılında yazmış:
“ …İşte 1944 sabahının insanları
Balıkçılar işçiler çocuklar
Çocukların kursakları ufacık
Elleri şiş
Kadınlar birbirlerine tutunup yürüyorlar
Ne kadar mümkünse o kadar mahzun insanlar.
İşte gazeteler muhakemeler karaborsa
Ticaret siyaset propaganda…”
Sene 2020.
İşte 2020 sabahının insanları
Erkekler, kadınlar, çocuklar…
Yine çocukların kursakları ufacık
Elleri şiş
Yine öldürülüyor kadınlar evde işte ve sokakta.
Yine erkekler işsiz.
Yine hakikatin ırzına geçiyor kürsüler, mikrofonlar, gazeteler
Yine ticaret
Yine siyaset
Yine propaganda…
Anlıyor ki insan:
Asla ölmüyor zaman, asla yuvarlak değil çember…
Ferman buyurmuş muktedir.
Şahlanıp bir at gibi kürsüden haykırmış..
Ülkemiz hazırlık devrini geride bırakıp artık şahlanış dönemine girmektedir.
"Memleket
Ah.
Memleket…
Kuşlar çığlık çığlığa kara gökyüzüne kaçışıyor. İnsanlar sessiz, kanım beklemekten ağrıyor”
Ayaklar kalbin gösterdiği yöne gidermiş…
İyi Pazarlar…